7 Nisan 2013 Pazar

Sırr-ı Belâ...



















Sırr-ı Belâ…

Sen, yağmur kokarsın geceleri buram buram,
Ben, her şafak vaktinde biraz hüzün biraz gam…

Senin şehrinde güneş sabaha mihmân olur.
Benim şehrimde gece hasrete yeksan olur…

Bu şehri kurtar benden yakmak üzre feryâdım.
Sükûtumda bir tufan yürürken adım adım…

Ruhumun gözyaşına düşen fermandır ölüm.
Bilmezsin, yokluğunda şah-ı zamandır ölüm…

Dost bildiğim gölgeler kaçıyor şimdi benden.
Ruhum çıkmak üzere bu emanet bedenden…

Hangi kuş kanat kırdı gökler neden kırmızı,
Yoksa sen mi vuruldun bir ses ver peri kızı…

Haber sal sabâ ile sükût etsin kâinat.
Unuttu seni diyen ehl-i gareze inat…

Unutmazsın bilirim ehl-i vefâ idin sen.
Yokluğun varken bile câna safâ idin sen…

Sabır; dare çekilen yiğitlerin yanında,
Sükût efkâr büyütür mazlumların kanında…

Öncesi kül olanın ötesi ateş midir?
Gönlümdeki bu ışık yüzün mü? Güneş midir?

Kaç asır oldu bilmem yokluğun var olalı,
Sensiz kalan her zerre bana diyâr olalı…

Ölmek için bir sebep ararken bende hüzün.
Ruhumda mutluluk var bu garip tende hüzün…

Ömrümün sermayesi bir efsûnlu an imiş. 
Şu dünya dedikleri süslü bir yalan imiş...

Gelip geçti bir Yusuf dua edin ruhuna,
Hâk mağfiret buyursun onun da günahına...

YusuF Mescioğlu
Altınisanikibinonüç